ZIKKIMIN KÖKÜ!!!
Çocukken pek de kitap okumazdım. En çok ikinci sınıftayken yaz tatiline Didim’de aldıkları “Küçük Karabalık” ve “Pıtırcık Tatilde” severek okuduklarımdı. Yazları deniz tatillerini Didim’de geçirirdik. 1993 Temmuz ortalarıydı, yine Didim’deydik. Reklam panolarında bir ilan gördüm, imza günü varmış. Kitaba aşkımdan değil ama ilk defa ünlü birisiyle tanışmak adına babama beni götürmesi için ısrar ettim. Çok da sorgulamadan kabul etti aslında, şaşırtmıştı bu beni. Çünkü belki de kitap almak zorunda kalacaktık… Ama gittik. Babam, ablam ve ben postanenin ara sokağındaki kitapçıya(tek kitap satan yer Didim’de ve o zamanlar Didim için müthiş bir şey bu) doğru yol aldık. Küçücük dükkanın hemen önüne yerleştirilmiş dikdörtgen bir tahta masada oturan dört kişi derin bir sohbet tutturmuşlar gidiyor. Beyaz bıyıklı bir adam anlatıyor ve diğerleri hayranlıkla onu dinliyorlar. Ortada babam, solunda ben ve sağında ablam dikdörtgen masanın açıktaki yanına dikildik. Ben ne yaptığımızı anlamaya çalışıyorum. Masadakiler şöyle göz ucuyla bize bakıp sohbete geri dönerken beyaz bıyıklı ve masanın en yaşlısı olan ya bir ya iki kelime daha söyledikten sonra tekrar bize döndü ve “Oooo, İliş hoş geldin!” dedi. Şimdi bir dakika bu adam bizi tanıyordu yani, babama soyadıyla seslendiğine göre… Beyaz bıyıklı adam masadan kalkıp babamla kucaklaştılar, ardından babam ablamı ve beni haliyle beyaz bıyıklı adamı da bizimle tanıştırdı. Gülmese bile gülen bir sesle merhabalaştı gülen gözleriyle beyaz bıyıklı adam yani Muzaffer Amca, Muzaffer İzgü… Şaşkınlıkla birlikte hala anlamlandırmadığım şeyler vardı ama çok da düşünmek istemiyordum çünkü çok keyifliydim bu durumdan. Küçük ve yeni İliş olmak çok hoşuma gitmişti.
Masaya oturduk önce, Muzaffer Amca babama “Ali Bey nasıllar?” diye sordu. Babamsa “İyidir herhalde, uzun zamandır görüşmüyoruz. Öbür tarafa taşındıktan sonra görüşemedik.” dedi. Gülüştüler, ne yanıt alışkın olduğum bir yanıttı ne de babamdan böyle bir şey duymayı beklemiyordum… Biz sohbet ederken Muzaffer Amca hadi dedi bana bir kitap seç bakalım. Aklımdan “Lüp Lüp Makinesi” geçiyordu ama raflara bakarken başka bir kitaba uzandı elim, “Zıkkımın Kökü”… Kitabı alıp Muzaffer Amca’nın yanına gittim. “Ooo, çok güzel bir kitap. Benim yaşamöykümü okumaktan keyif alırsın dilerim.” dedi. Yaşam öyküsü mü? O kadar kitabın içinden onu mu seçmiştim(iyi ki de seçmişim…). Kitabımı alıp ilk sayfasını araladı ve bütün bir sayfa doldurdu. Bu kadar ne yazıyor diye bakıyordum yine heyecanla elbette. Kitabımı kapattı ve elini omzuma koyup yazdıklarını gözlerimin içine bakarak anlattı…
- Büyükbabanla ben çok eski arkadaştık. Ben ilk yazılarımı onun gazetesinde yazdım ve onun ısrarıyla yazmaya devam ettim. Ali Bey’in hem anısı hem hatrıyla yaşam öykümü keyifle okumanı diliyorum…
Sanıyorum diyebilecek sözüm kalmamıştı o yaşta. İçime dolan heyecanla öylesi mutlu olmuştum ki, tarifsiz hala…
Okumaya başladığım kitap “Zıkkımın Kökü” oldu. O nedenledir ki okumayı ’93 yılında öğrendim derim, doğru da…
İzmir’e üniversiteye gittim, kitap fuarı varmış. Hemen programa bakıp ne zaman geliyorsa Muzaffer Amca o güne denk getirmeye çalıştım ve her defasında kızıymışım gibi karşıladı beni. Hayran kalabalığında iki lafını esirgemedi hiçbir zaman. Zıkkımın Kökü’yle başlayan yolculuğumu ne yeni rotalara savurdu kimi zaman. Kendime öylesine yakın bulduğum ve hayranlık duyduğum Tezer Özlü ile de tanıştıran Muzaffer Amca’dır kalemimi elimden bırakmamamı söyleyen de…
Yıllardır çekinip uğrayamıyordum yanına. “Baban nasıl?” diye sorarsa ne yanıt vereceğimi bilemediğimden hep… Bu sene TÜYAP’ta uzun yıllardan sonra yanına gidip uzun uzun sohbet ettim, çok üzgündü. Eşinin ardından gün sayıyordu sanki… Aklımda kalacak bütün kitaplarını alıp birer birer imzalattım. Gönlüm isterdi ki bütün kitaplarını alıp imzalatsaydım… Sarılıp kucaklaşıp vedalaştık… Vedalaşmışız…
Şimdi ışık, ışığa karıştı. Huzurla uyu gülmelerimizin, hayallerimizin, kitaplarımızın kahramanı, Ökkeş’in babası, …
Hoşça kal…
(29.08.2017, Didim)


