Sunday, November 5, 2017

Bir"inci Sınıfın Cezalısı...


"Ne zaman koridora çıksam, sen koridorda asılı kabanların arasında duruyor olurdun. Her gördüğümde çok üzülürdüm!"



Annem bir sınıf öğretmeni. Dört yaşlarındayken annem 1. sınıf okutmaya başlamıştı. Artık bakıcı yaşını geçmiş ve birkaç sene anasınıfına gitmiş olduğum için yeni okuluyla birlikte annemin yanında sıklıkla okula gidip gelmeye başlamıştım. Akşamları plan yapılırdı o zamanlar. El yazısı ile deftere işlenir ve her gün okul yöneticilerinden birisi tarafından imzalanırdı. Akşamları evde fişler kesilirdi. Önce sözcüklere sonra hecelere bölünürdü cümleler... Hiç görmeme, duymama, işitmeme şansınız yoktu. Hele de farkında olarak ya da olmadan biraz meraklıysanız ki ben kağıtlarla, hamurla, çamurla oynamaya doyamazdım. Hatta oynamak değildi benimki... Önüme onlarca gazete koyduklarında bir gün boyunca haber alamayabilirdiniz benden. 

Dördüncü yaşın sömestr tatilinde kuzenimin doğum günü hazırlıklarında kutlamaların ikimiz için yapıldığına dair kandırılırken tam da akşam olup doğum günü pastası gelince ortaya çıktı her şey... "E-me-re, Emere, Emere yazıyor burada!" demişim tüm çocukluğumla ve annem o zaman fark etmiş okumayı öğrendiğimi. Ben de kandırıldığımı... Dört yaşını bitirmeye hazırlanırken... Bir sonraki sene okuldaki iki öğretmenin daha çocuğuyla birlikte yaşım tutmaksızın beni de kaydetmişler birinci sınıfa. Okuma - yazma biliyormuşum artık ne de olsa... Başka bir kritere ihtiyaç var mı? Yokmuş demek ki... 2 - 3 senelik anasınıfının ardından 1. sınıf başlamıştı. Gerçi ben zaten okula gidiyordum ki, kayıtlı ya da kayıtsız farkını zaman öğretecekti... 

Sulak yerde yetişmiş olduğumdan boyum biraz uzunca kaçıyordu sınıfta. Haliyle sınıfın en arka sırasında konuşlandırılmıştım. Pencere kenarından en arka sırada. Hemen arkamızda sınıf dolabı yer alıyordu tam karşımdaysa öğretmen masası ve yanımda okula alışamamış olan sıra arkadaşım... Öğretmen ne zaman sıra arkadaşımı tahtaya çağırsa hiç konuşmayan ve sürekli somurtan sıra arkadaşım önce sallanmaya başlardı ve çoklukla sallanmanın ardından altına yapardı. Bu aşamada benim görevim hemen koşup 5. sınıfa giden abisini çağırmaktı... Bu arada sınıfımda bir önceki yıldan dört arkadaşım vardı ve bunların ikisi koşulsuz kabuldeyken ikisi asla ve asla sevemedi beni. Çünkü dördü de bir önceki sene annemin sınıfından kalmışlardı... Önceki sene öğretmenin sınıfta oynayan kızıyken bu sene sınıf arkadaşı olmuştum ve üstelik ben okuyabiliyor ve yazabiliyordum... Ne feci!!! 

Sıkılıyordum. Bunu unutmuyorum. Unutsam da bu filmi(Taare Zameen Par / Yerdeki Yıldızlar-Her Çocuk Özeldir) her izlediğimde zihnimden kazınıp çıkıyor yeniden karşıma. Çünkü öğretmen ne anlatıyorsa biliyordum. Öğrenmiştim önceki sene. Daha başka bir şeylere ihtiyacım vardı ama neye?! O kadar çocuğun içinde benim bireysel ihtiyaçlarımı kim araştırabilirdi ki... Kimin zamanı vardı buna? O halde biz de sıkılan öğrenciyi yaramaz olarak adlandırıp cezalandırıyoruz ki uslansın... Uslandım mı? Ehlileştirildim belki ama bu süreç potansiyelimin büyük bir kısmını da alıp götürdü benden. Götürmüş yani, zira bakıyorum da o eski halimden eser yok şimdi... 

Ben pek anımsamıyor olsam da annemin o yıllara dair anlattığı tek şey var... "Ne zaman koridora çıksam, sen koridorda asılı kabanların arasında duruyor olurdun. Her gördüğümde çok üzülürdüm!" Ne kötüymüşüm, ne uyumsuz, laftan sözden anlamaz... Oysa kabanların arasında gülümseyerek beklerdim. Neden orada olduğumu ya da neyi beklediğimi bilmeden. Bilseydim, çıkar giderdim sanıyorum okuldan... Oysa ben faaliyetleri, sosyal çalışmaları, etkinlikleri, bahçedeki dersleri, fiziksel hareket içeren şeylerin hepsini çok seviyordum. Hele okula olan sevgimi tarif edemem. Ne de olsa okulda doğup büyümüştüm neredeyse... Ama sevgime karşılık alamamalarım o günlerde başladı işte... Hep çok sevdim de sevdiğimce sevilemedim... 





No comments:

Post a Comment